New York'un Brooklyn köprüsünde dilenen bir kör varmış.Köprüden geçenlerden biri adamcağıza günlük kazancının ne olduğıunu sormuş.Dilenci"bir-iki dolar"demiş.
Yabancı bunun üzerine kör dilencinin göğsünde taşıdığı,sakatlığını belli eden tabelayı almış,üzerine birşeyler yazdıktan sonra yeniden dilencinin boynuna asmış ve demiş ki;" Tabelaya gelirinizi arttıracak bir yazı yazdım.Bir müddet sonra tekrar uğrarım,bakalım netice verecek mi? "
Aradan bir ay geçince adamın yolu tekrar kör dilencinin olduğu yere düşmüş."Durumlar nasıl?"demiş.Adamı sesinden tanıyan dilenci"günde on-onbeş dolar topluyorum.Tabelaya ne yazdınız da,insanlar bana bu kadar sadaka veriyor?" diye sormuş.Adam yanıtlamış; " Siz,gelecek baharı göreceksiniz ama ben göremeyeceğim diye yazdım " demiş.
Size bugün;bir arkadaşımı anlatmak istiyorum.Uzun yıllar ciddi anlamda zor günler geçirdikten sonra,en sonunda yaşamına anlam veren,kendisine yaşam gücünü kazandıran kadına rastlamıştı,O'nu çok sevdi,öylesine ki,uzaklarda olan kadına ulaşmak için hemen her ay, uzun yollar aşarak kendisini görmeye giderdi.
Ama ya kendisinden uzak olduğu,yanında olmadığı zamanlar..Gözlerimle gördüm ki;özlemek denen duygu ne denli zor,ne denli insanı güçsüz kılan, ama bir o kadar da itici güç olabilen bir duygu imiş. Benimle herşeyini paylaşan arkadaşıma,bunca sevdiği kadını görmek için her ay o denli uzaklara gitmenin zor olup olmadığını sorduğumda,bunun kolay olduğunu, ama asıl zor olanın kendisinden ayrılmak olduğunu söylemişti,öylesine ki; hanımın yamacına vardığı anda, o özleme duygusu da beraberinde geliyormuş..
Ya şimdi? Uzun süredir özel nedenlerle biraraya gelemediklerini bildiğimden,bir süre önce kendisini gördüğümde,O duyguya şimdi nasıl tahammül edebildiğini sorduğumda bana yanıtı ise şu oldu;" ben tahammül edemiyorum ki zaten ama O'na sevgim,saygım ve umuyorum ki aynı duyguların kendisinde de olduğunu bilmem beni ayakda tutuyor,özleme gelince,O'nu zaten ne sen sor,ne ben söyleyeyim."
İşte böyle; içimden geldi,bugün bu dostumu odak noktası yaparak, sizler ile özlem duygusu hakkında biraz sohbet etmek istedim.
Dileyelim ki; hiç kimse evinden uzak olmasın,o özlem duygusunu sık sık algılamasın ve Allah kimseyi sevdiğinden ayırmasın
Antik Yunan'da Sokrates'e haksız yere idam cezası verilir..Karısı kararı duyunca ağlamaya başlar ve "haksız yere idam ediliyorsun."deyince Sokrates;"haklı idam olsam daha mı iyi olurdu?" diye yanıtlar ve ekler;"Benim en iyi bildiğim şey,hiç bir şeyi tam bilmediğimdir çünkü bütün kötülükler,bilgisizlikden doğar..."
Geçmiş tüm yaşamımda karşılaştığım pek çok olay, gözlemlediğim pek çok sosyal olgu, bana hep Sokrates'in savunması ve verilen hükme karşılık, o büyük filozof'un eşi ile yaptığı bu konuşmayı anımsatmıştır ve ne kadar isabetli bir söz ki, asırlar boyu hep doğrulanmış...
"Benim en iyi bildiğim şey,hiç bir şeyi tam olarak bilmediğimdir."
Çeşit çeşit gribin kol gezdiği şu günlerde,her türden öksürüğü bir gün içinde kesecek bir tarif vermek istiyorum.
Malzemeler : (Her birinden 100'er gr.)
a. Zencefil
b. Zerdeçal
c. Havliçan
d. Keten Tohumu
e. Tarçın
f. Bal
Bu malzemelerin hepsi karıştırılarak,karışım bir kavanozda saklanmalı.
Kullanım şekli :
1.) Karışımdan bir tatlı kaşığı,bir bardaktaki sıcak suyun içine konur,biraz da BAL eklenir ve sonra içilir.
En kısa sürede öksürüğün geçtiğini göreceksiniz.
Geçmiş olsun.
Ne Şanslı bir Milletiz ki,bağrımızdan o Büyük insanı ve arkadaşlarını çıkartmışız.Bunca nankörün olduğu şu zamanlarda,değerini daha da fazla bilmemiz gerekiyor.Tüm dünyanın örnek aldığı bir Liderimiz varken,bu millet nasıl kişiler barındırıyor ki,o'nu silmeye çalışıyorlar.En ağırıma giden de bu zaten.. O ve arkadaşları olmasa,yaşayacakları vatan bulamayacak kişiliksizler,nasıl da arkasından yapmadıklarını koymamaya çabalıyorlar.Buna karşın bu millet,bu vatan, bir şekilde hep,doğrularını bulmuş ve yoluna devam etmiştir.Asla ümitsizliğe kapılmayalım....
BUNU YAPANLAR İNSAN MI ACABA?
CİVCİVLERİN ÇÖPLÜKTE Kİ YAŞAM SAVAŞI
Mudurnu Çöplüğüne atılan binlerce civciv ölüme terk edildi. Çöplükte civciv sesleri yankılanıyor. Henüz yumurtalardan yarı çıkmış civcivler siyah poşetlerle Mudurnu çöplüğüne terk edilmiş.
Civcivleri gören vatandaşlar şaşkınlıklarını saklayamıyor. Ölüme terk edilen civcivlerin neden buraya çöpe atıldığı hakkında kimse bir şey bilmiyor. Son günlerde ilçede faaliyetleri durdurma noktasına gelen bir firmanın kuluçkayı durdurduğu ve bu civcivlerinde buradan atılmış olabileceği belirtiliyor.
Siyah poşetler içersinde atılan binlerce civciv can savaşı veriyor. Doğadaki hayvanlar ise adeta bayram yapıyor.
Önce domuz gribi dediler geldi geçti,şimdi de keçi gribi diyorlar ki,-kurbanlarından biriyim-,nasıl bir hastalıktır bu böyle?
Eskiden "grip,paçavra hastalığıdır."derlerdi şimdi hayvanlarla anılmaya başladı ama ne olursa olsun,insanı çarpıyor işte...
AMAN AŞILARIMIZI OLMAYI İHMAL ETMEYELİM.EVLERİMİZDEN C VİTAMİNLERİNİ EKSİK ETMEYELİM.
Uzun yıllardan beri uğraştığım bir hobimi sizlere sunmak istiyorum.İnternet'ten planlarını indirmek sureti ile yapabileceğiniz kağıt modeller.
Gereken Malzeme : Yapıştırıcı,makas ve A4 Kağıdı..
Yapmış olduğum bir kaç örneğin resmini de sizlere sunuyorum,özellikle becerilerini geliştirmek isteyen çocuklara ve kafasını dinlemek isteyen her yaşdan çoccuğa kesinlikle öneririm.
Ayrıca aşağıda verdiğim örneği yazıcınızdan çıkartarak,siz de kolaylıkla yapabilirsiniz.
Yapmanız gereken tek iş,noktalardan hareketle keserek,gerekli kıvrımları(resim üzerinde işaretlidir.)kıvırıp,yapıştırmayı yaparak modeli bitirmektir.
Elimde bu konuda geniş bir arşiv olup,arzu edilir ise paylaşmaya hazırım.
Herkese kolay gelsin.
Anne Yemeklerine Devam
Enginarlı Girit Kebabı(4 Kişilik)
Malzemeler:
300 gr. dana kuşbaşı et
3 adet enginar
1 adet kurusoğan
1 adet domates
2 adet sivri biber
...1/2 çay bardağı sıvıyağ
1 su bardağı su
Tuz,karabiberYapılışı:
1. Dondurulmuş enginarları limonlu suya atılır ve yumuşadıklarınde irice doğranıp limonlu suda bekletmeye devam edilir.
2. Tencereye sıvıyağı ve etleri konur. Etler suyunu salıp tekrar çekinceye kadar orta ateşte pişirilir. Suyunu çeken ve kavrulmaya başlayan etlere küp küp doğradığınız kuru soğanı eklenir ve kavurmaya devam edilir.
3. İrice doğranan enginarlar ve sivri biberler ilave edip 3-4 kere tahta kaşıkla çevrilir. Doğranmış domatesleri de ekleyip 3-4 kere daha çevrilip kavurulur.
4. Tuz ve karabiber eklenir. Üzerine 1 su bardağı su ilave edip, suyu bitinceye kadar kısık ateşte pişirilir.
Dereotuyla süslenip, pirinç pilavının yanında servis yapılır ise daha leziz olur.
Afiyet olsun…
Not: yemeğin resmini çekemediğimden nette bulduğum bir resmini kullanmak zorunda kaldım,kusura bakılmaya..!!!:)
20 Ocak 1959'da doğmuş olan ben, bugün bir yaş daha aldım.Umarım Yüce Allah, ileride dostlarımla daha nice yaşlar kısmet eder.Bu günün bahanesi ile, gelin o güzel şiiri bir kez daha yudumlayalım...,
Allah herkese Sağlıklı,Huzurlu,Mutlu,Başarı dolu bir ömür versin.
OTUZ BEŞ YAŞ ŞİİRİ
Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
Şakaklarıma kar mı yağdı ne?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünüyorsunuz;
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim:
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim
Yalandır kaygısız olduğum yalan.
Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız
Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç farkettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.
Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? Ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar.
N'eylesin ölüm herkezin başında.
Uyudun uyanamadın olacak
Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak.
Taht misali o musalla taşında.
Cahit Sıtkı Tarancı
Bunca zaman sonra, zor bir konuda zor bir yazı, hem de hakkında binlerce defa yazılmış bir konu ama ne yapayım ki, içimden geldi..Belki, benim de yuvamda bir dişi kuş yok, o yüzdendir...
Sevgili dostlarımın bloglarında,nefis yemek tariflerini okuyorum,nasıl göz nuru döktüklerini görüyorum,o tarifler ve el emeklerinin yuvalarına nasıl yansıdığını biliyorum ve en azından tahmin ediyorum,içim gidiyor.Bu belki biraz kişisel bir yazı oldu ama ne yapayım ki,insan bazen böyle duygularını da paylaşmak istiyor.
Tüm dostlara sevgi ve saygılar
Geçmiş Olamayacak Geçmiş, Gelecek Olamayacak Bugün...
Posted by agzı bozuk düşmanı
Bugünlerde düşünüyorum da, aramızdan ayrılan sanatçılarımızın, bestecilerimizin yerlerini alabilecek kaç kalıcı nitelikde sanatçı var orta yerlerde.... Onlar da elbette ellerinden geleni yapıyorlar ama sanıyorum artık o duygu dolu insanlar, o şarkıları okurken yaşayan ve yaşatan ruh hali, samimiyet ve nezaketi ara ki bulasın.
Kendilerinden öncekilerden devraldıkları bayrağı ileriye taşıyacak sanat maratoncularını göremiyorum, çünkü toplumda o hassasiyeti bulamıyorum..
Bu bir nostalji yazısı değil ama görünen o ki; çocuklarımızın nostaljik duygularını dolduracak anıları bile olamayacak. Bunun üzüntüsü, hepimizin sorunu olmalı, değil mi?
Kalın Sağlıcakla..
Anladığı zaman iş işten geçer ise ne fayda, yaşamak; yine aynı yaşamak olur mu ki? Olmaz ama dünyanın her yerinde, o olmazlık, olmazlıktır elbette...
Kısacası; bana göre Dünya tarihi, bizim tarihimizdir, tabii yakında üzerinde yaşanacak bir dünya kalır ise...
Kuzey Ege'de, yaşadığım bölgede, bu sabah çektiğim kimi resimleri sizlere sunmak istiyorum.Yazın cıvıl cıvıl olan kasabada bir kış sabahı, kar olmadığı zamanlarda böyle doğuyor.
Yaklaşık saat sabahın sekizi ve üzerimde kabanımla, biraz sonra bu manzaranın içine doğru yürüyerek, gazetemi almaya kasabaya gideceğim. Sonrası mı? Bakalım gün, beraberinde neler getirecek?
Şu an olasılıkla balıkçılar, denizden dönmüş ve ağlarını temizliyor olmalılar, ki birazdan lokanta sahipleri gelip balıkların seçmecelerini alıp giderler, sonra da gidip,balıkçı kahvelerinden çaylarını içecekler. Ara sıra onlara katılıp, yaşadıklarını dinlemek de zevkli ve öğretici oluyor. Ama benim seçeneceğim çay yerine Sahlep elbette..İnsanın içini sıcacık yapıyor, eskiden İstanbul'da Kadıköy-Karaköy vapurlarında içerken olduğu gibi....
Bu vatandaşın adı da, Yumuk...
Uzun süreden beri can yoldaşım, yaklaşık bir yıl oldu elime geleli. İlk gördüğümde boyu, şimdiki bacağının yarısı kadar idi, oysa şimdi kocamaaan oldu.
Evim ile kasaba merkezi arası, yaklaşık deniz kenarından yürüyerek bir km.civarındadır ve bu vefalı dostum, beni o yolda sabahları hiç yalnız bırakmaz. Beraberce yürürüz,sohbet ederiz ve yolun sonunda, ben çayımı içerken, o da sabah poğaçasını bir güzel kemirir..
İçimde bir sıkıntı var bugün,Allah hayırlara yorsun demekten başka bir çare gelmiyor elimden.Yediğimi, içtiğimi beğenmiyorum.Bir bezginlik var ki, tam görmelik..Yaş dayandı 50'lere, olacak elbette böyle gelip geçişler ... Yaşamımda hiç kendimi bırakmadım asla, çünkü bu fırsat elimize bir kere geçiyor zaten nasıl olsa.Yaptığım yürüyüşlerde doğayı, yanından geçtiğim insanları, her durumu, her olguyu tek tek gözlemlemeye çalışıyorum ama ne fayda. Akşam oluyor, o sessizlik saati ve ben ancak, netteki dostlarıma ulaşabiliyorum. Buna da şükretmek gerektiğini ayrıca biliyorum...
The Demon-Haunted World - 1995
Carl Sagan
Çeviri: Miyase Göktepeli
Sayfa Sayısı: 472
17. Basım -2500 Adet
Pek az sayıda bilim adamı, bilimin merak, heyecan ve coşkusunu geniş kitlelere aktarmada Carl Sagan kadar başarılı olabilmiştir. Pulitzer Ödülü’ne sahip Sagan’ın milyonların düş gücünü yakalama ve zor kavramları anlaşılır bir biçimde aktarabilme yetisi okurlar açısından gerçek bir kazanımdır.
Akıldışılığın ve batıl inançların egemen olacağı yeni bir Karanlık Çağ’ın eşiğinde olup olmadığımız sorusu, Karanlık Bir Dünyada Bilimin Mum Işığı’nın çıkış noktası.
Kitapta bir yandan bilimsel çalışmalara neden kara çalındığı sorgulanırken, bir yandan da uzaylılarca kaçırılma, "bağlantı kurma" ve şifacılık gibi konuların içyüzü gözler önüne seriliyor. Karanlık Bir Dünyada Bilimin Mum Işığı, Sagan’ın bilimle bir ömür boyu süren gönül ilişkisinin bir bildirgesi sayılabilir.
TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları 85
Kaynak : http://www.tubitak.gov.tr/sid/0/cid/1663/index.htm

Carl Sagan (1934-1996)
Çalışmalarında her zaman bilimsel yöntemi savunmuştur.
Aslında pek çok blogda, farklı konularda felsefi metinler görüyorum ve kimisi bana yararlı görünüyor, kimisi ise sadece yaşamış olana fayda vermiş gibi geliyor.
Birikimlerin dostlar ile paylaşılmasından yanayım elbette ama, şöyle bir de düşünüyorum da, genel olarak yaşananlar kişisel bazda oluyor hali ile.. Durum da böyle olunca ve herkesin koşulları da farklılıklar taşıdığına göre, ortak paydayı bulmak bana zor gibi geliyor... Bilmem belki de yanılıyorumdur, ama şu an içimden geçen düşünceler bunlar...İnsan ruhu ve labiretleri hakkında o kadar çok kitap yazılmış ki, bunların hangisinin yararlı olacağı okuyana kalmış gibi gözüküyor.
Piyasa da kişisel gelişim kitaplarından geçilmiyor ve bunların yararlı olduklarını pek düşünemiyorum. Hemen hemen hepsi bir takım saptamalardan, önerilerden oluşuyor ve bana para kazanma amacını taşıdıklarını düşündürüyor,büyük ölçüde okuyana yarar kazandırmayı değil....
İnancım o ki; herkesin en iyi başvuru kaynağı kendi deneyimleri ve gerçek dostların da olabildiğince katkıları...
Deneyimlerimiz en kıymetli hazinelerimizin başlarında gelmeli bence, çünkü bizlerden sonra gelecekler var...
" Söylenilmez söylenilse fehm olunmaz neyleyim, Pes leb-i hamuşumuz bu defterin imzasıdır."
Esrar Dede
Aşkın gerçekleri bir türlü söze sığmaz, o yüzdendir ki susan dudaklarımız bu defterin mührü olarak daima kapalı durur.
"Destimde cam görse benim sernigün eder, Nadana sagar istese, ratl-ı giran verir."
Nef'i
Felek,benim elimde küçük bir kadeh görse onu baş aşağı çevirip döker de, layık olmayan cahil kişilere bir kadeh isteseler,onlara koca bir şişe verir.

Bir adam hafta sonları evinde ne yapar? Ya kahveye gider, ya da oturur gazete okur. Eh!! gazeteler bittiğine ve kahvehane alışkanlığı da olmadığına göre, dostlar ile sohbet, elbette en iyisi...
Hadi bugün biraz sinemada gerilere, şöyle klasik filmlere doğru bir yolculuğa çıkalım. Biliyorum, fazla ve uzun yazılar daima göz yorar, bıktırır.Bende sözü çok uzatmadan, sizlere o filmlerin posterlerinden örnekler sunmak ve bir de unutulmaz bir filim melodisini dinletmek arzusundayım.(Francis Lai'nin muhteşem bestesi Love Story)
Bu filmleri kişisel arşivimde veya TV.'lerde tekrar izlediğim zaman, inanın bana o kadar çok ayrıntı yakalıyorum ki, zamanın da nasıl kaçırdığıma şaşırıyorum.Üstelik de sinemanın o eski, güzel ışıltısını yeni çevrilen pek çok filmde bulamadığımı düşünerek...
Kazablanka'da Humphry Bogart'ın o hüzünlü bakışlarını,Rüzgar Gibi Geçti'de Clark Gable ve Viven Leigh arasındaki çekişme ve doğan aşkı, Tiffany'de Kahvaltı'da, Audrey Hepburn'un zerafetini bugün yakalamak ne mümkün !!!

Malum; Simone Signoret bunun farkına varmış olmalı ki; kitabının adını bile bu duygu ile koymuş;
" Özlemin Eski Tadı Yok."
Her Gece Uyurken son ve Her sabah Uyanırken İlk Sen...
Posted by agzı bozuk düşmanıGerçek sevginin belirtisi; korku ve sevinç halinde sevgiliyi hatırlamak,onu anmaktır. Bir aşık,sevgilisi için şöyle demiş;"
Seni bana iyi hal de hatırlatıyor kötü hal de,
Korktugum da hatırlatıyor seni,
Umduğum ve beklediğimi de..."
Sevginin gerçekliğinin bir delili de, uykudan uyanır uyanmaz sevenin kalbine ve diline ilk gelenin, gün bitip uyurken de son gelenin, sevgili olmasıdır.
Şairin dediği gibi; "Her Gece uyurken son şey sensin,uyandığım da da ilk şey yine sen."
Aşıklar kitabı'ndan
İbnu'l-Kayyim el-Cevziyye
*********************
Sevmek ne kadar güzel, ne kadar yüce bir duygu ama insan sevdiği zaman da hakkını vermeli, değil mi?
Kalın Sağlıcakla....
Atatürk'ün en yakınlarından Kılıç Ali'nin anılarını okurken, beni çok etkileyen bir pasajı sizlerle paylaşmak istiyorum.
Atatürk ve Kılıç Ali, bir gün Çankaya'da otururken, Ata'nın sekreteri Hasan Rıza Soyak içeri giriyor ve Atatürk'e bazı evrakları imzalatarak, akşam vakti olduğu için evine gidiyor. Arkasından Atatürk, Kılıç Ali'ye şu sözleri söylüyor;
Milyonların değil belki milyarların hayal ettiği yüce mertebelere çıktı.Ama diyeceğim ki bu masum özlemini beraberinde götürdü.
Kaynak : Kılıç Ali'nin anıları
Derleyen : Hulusi Turgut / İş Bankası Yayınları
Attila İLHAN ( 1925-2005)
BEN SANA MECBURUM
Ben sana mecburum bilemezsin
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum
Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
Bu şehir o eski İstanbul mudur?
Karanlıkta bulutlar parçalanıyor
Sokak lambaları birden yanıyor
Kaldırımlarda yağmur kokusu
Ben sana mecburum sen yoksun
Sevmek kimi zaman rezilce korkudur
İnsan bir akşam üstü ansızın yorulur
Tutsak ustura ağzında yaşamaktan
Kimi zaman ellerini kırar tutkusu
Birkaç hayat çıkarır yaşamasından
Hangi kapıyı çalsa kimi zaman
Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu
Fatihte yoksul bir gramafon çalıyor
Eski zamanlardan bir Cuma çalıyor
Durup köşe başında deliksiz dinlesem
Sana kullanılmamış bir gök getirsem
Haftalar ellerimde ufalanıyor
Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
Ben sana mecburum sen yoksun
Belki Haziranda mavi benekli çocuksun
Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden
Belki Yeşilköy'de uçağa biniyorsun
Bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor
Belki körsün kırılmışsın telâş içindesin
Kötü rüzgâr saçlarını götürüyor
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Bu kurtlar sofrasında belki zor
Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Sus deyip adınla başlıyorum
İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin
Hayır başka türlü olmayacak
Ben sana mecburum bilemezsin..
Girit Yemeklerinden Örnekler (1)
Posted by agzı bozuk düşmanı Etiketler: Girit YemekleriSizlere küçük bir dizi halinde, Girit mutfağından örnekler sunmak istiyorum.
Bu mutfağın en büyük özelliği; genel olarak sebze ve Zeytinyağı ağırlıklı
olmasıdır, kısaca sağlık için gereken Güzellikler.. Şimdiden Afiyet olsun.
Yumurtalı Arap Saçı Kavurması :
Yumurtalı Arapsaçı Kavurması gerekli malzemeler :
- 1/2 kg arapsaçı
- 1 büyük soğan
- 2 yumurta
- Yumurtalı Arapsaçı Kavurması Yapılışı:
- Arapsaçının taze filizleri ve dalları ayıklanır, yıkanır. Tuzlu suda veya buharda haşlanır.
1- Süzülen arapsaçları doğranır.
2- Tavada zeytinyağında ince doğranmış soğan kavrulur.
3- Arapsaçı eklenir, yağda soğanla beraber çevrilir.
4- Kavrulan otun ortası açılır, yumurtalar kırılır. Hafifçe karıştırılarak yumurtaların pişmesi sağlanır.
Divan Edebiyatımızdan Örnekler...
Posted by agzı bozuk düşmanı Etiketler: Güzel Sanatlar / ArtsHaydi bugün sizlerle şiir deryasına uzanalım ama günümüzden biraz gerilere doğru gidelim.Gerçi böyle demek de ne denli doğru ya..Öyle güzel yazılmışlar ki,asırlardır kalıcı olmuşlar,halk ağzında atasözüne dönüşmüşler,ben de
sizlere sunmak istiyorum..
" Bir şu'lesi var ki şem'-i canın, Fanusuna sığmaz Asumanın.
Şeyh Galip
Can mumunun öyle bir ışığı var ki, göklerin fanusuna sığmaz.
.......................................
"Doğru söylerim halk razı değil,
Eğri söylerim hak razı değil."
Anonim ........................................
"Ben göz açmam habdan bidardır gönlümdeki
Gerçi ben mestim veli hüşyardır gönlümdeki."
Enderunlu Vasıf
Gönlümde öyle bir aşk var ki, ben uyurken bile uyanık
Ben gerçi mest olmuşum amma, gönlümdeki her an ayık.
..........................................
Vals Ve Tango Deyince...
Posted by agzı bozuk düşmanı Etiketler: Güzel Sanatlar / Arts
Fred Astaire ve Ginger Rogers'dan Smoke Gets In your Eyes'ı izleyebilir ve
Sanırım sizde benim gibi, huzur dolabilirsiniz...
Dans dendiğinde aklımıza ne gelir? Sevginin en güzel aktarım yollarından biri..
Pek çok dans türü var, Tango'dan Break Dance'e kadar, ama bunların içinde ikisi
var ki; asla eskimeyeceğini düşünüyorum. Vals ve Tango...
Strauss ailesinin besteledikleri valsler, bilindiği üzere 100 yılı aşkın bir süredir, ruhlarımıza ilaç ve tercüman oluyorlar.
Ya Tango; her ne denli Arjantin kökenli olsa bile, sınırlarötesi bir büyü taşımıyor mu bizlere.. Astor Piazzola'nın tangoları, La Comparsita'nın, Hernando's Hideaway'in, hırs,istek,arzu ve sevgi dolu notaları, bir yerlerimizde saklı tuttuğumuz duygularımızın dışarı vurmasına yardımcı olmuyorlar mı? Ya da onları pekiştirmemize, sevdiklerimize aktarmamıza?
Ne mutlu, sevdikleri ile birlikte dinleme şansına sahip olanlara... :):):)
BU NASIL BİR RESMİ GEÇİTTİR? BU NASIL BİR TRAJEDİDİR?
Posted by agzı bozuk düşmanı Etiketler: Can Dostlarımız/AnimalsAvcının 'vahşet' geçişi
- SABAH gazetesi 26.11.2010
Tören geçişine okullar, askeri birlikler ve kamu kuruluşlarıyla birlikte bu yıl ilk kez Edirne Avcılık ve Atıcılık İhtisas Kulübü üyeleri de katıldı. Ancak kulüp üyelerinin avladıkları hayvanları sergilemesi 'Bu nasıl bir anlayış' dedirtti. Açık kasa ciplerle geçit törenine katılan eli silahlı avcılar, araçlarının üzerine, avladıkları ayı, domuz, tilkileri sergiledi. Onlarca çocuk da meraklı gözlerle hayvan leşlerini izledi.
Bu arada kortejde bulunan kulüp başkanı Murat Şirmen, avcıların daha önce avladığı bir tavşanı Edirne Valisi Sözer'e hediye etmek istedi. Ancak Sözer, tavşanı kabul etmedi. Tören sırasında Edirne Tatlıcı, Kebap ve Lokantacılar Odası tarafından yöreye özgü tava ciğer ve badem ezmesi ile bazı kuruluşların dağıttığı hediyeler izdihama neden oldu. Törenleri protokol tribününde izleyen CHP Edirne Milletvekili Bilgin Paçarız, Kırkpınar Davul Zurna Ekibi'nin geçişi sırasında gürültüden rahatsız olunca kulaklarını tıkadı. Bu arada geçit töreni sırasında küçük bir kız çocuğu Vali Sözer, Tuğgeneral Demirci ve Başkan Sedefçi'nin bulunduğu protokol tribününe çıkarak bir süre töreni izledi.
Sn.Sarkaç'ın Mimi Hakkında...
Posted by agzı bozuk düşmanı Etiketler: Güzel Sanatlar / ArtsAçıkçası bu mim ile ilgili kitap araştırırken,kütüphanemden olabildiğince değişik
bir kitap seçmeye çalıştım ve bu doğrultuda;Sn.Attila Dorsay'ın,
Hayatımızı değiştiren filmler 1995-2005 isimli eserinde karar kıldım.
Konusunda tam bir otorite olan Attila Dorsay'ı ayrıca kişisel olarak da tanırım
ve kitabının 55.sayfasına denk gelen film denetiminde yer alan film ise;
Japon yönetmen Takeshi Kitano'nun Bebekler adlı filmi..
Buyrun 55.sayfadan filmi birlikte izleyelim,ışıklar sönmüş bulunmaktadır;
"Bir yandan geleneksel Bunraku(16.yüzyıldan beri süregelen ve dev bebeklerle
oynanan bir Japon oyunu)sanatından esinlenen, öte yandan
o eşsiz pastel renkleriyle Japon ilk yazını ve onun rengarenk doğasını
tam bir estet gibi kullanan bu film, ayrıca sinema tarihinde yapılmış en etkileyici Aşk filmlerinden biri.."